"Eskiden, çok eskiden ama çok eskiden, hayatta yediğini içtiğini değil de gördüğünü bildiğini seven, yaşadığı en büyük hazları ölüme borçlu olduğunu bilen bir adam vardı..."
"Kınayan bakışlarını karşısındaki çıplak bedene yapıştırdıktan sonra tülbendinin ucuyla ağzını kapatarak başını öbür tarafa çevirirken kocasının mahrem yerine de bir göz atmayı ihmal etmedi tabi...."
"...O zaman Tanrı daha da uzaklaştı ondan. Kıldığı bütün namazlar karısıyla yaşadığı sevişme anlarına benzedi yine. İçinde hiçbir duygu taşımayan ve bedeni zinde tutmaya yarayan hareketlerdi bunlar."
"...her akşam herkesin gözü önünde heykeliyle baş başa oturup cigarasını tellendiriyordu. Konuya komşuya eşe dosta-karısının kulağına gideceğini bildiğinden-en azından bu kadın susuyor diyerek heykelini övüyor, onun dostluğunun tadını öve öve bitiremiyordu."
"Yazıdan ürküyorlardı; sözcükler gökten inerse değerliydi onlar için."
"Aşk ve ölüm aynı yerdedir. İkisinde de kişi kendi bedeninin varlığını sonuna kadar duyumsar. Aşkla sevişmek bedeni ölüm anının yaşatacağı hazza hazırlar. Bu, tüm bedenini en küçük noktasına kadar hissederek yok olmanın hazzıdır. Bu yüzden hiç aşık olmadan ölenlerin yüzlerinde kalan son ifade şaşkınlıktır. Ölüme hazırlıksız yakalanmak istemiyorsan aşkla sevişeceksin.."
"Ölümü hiç tatmadın ama ölüm de seni hiç tatmadı."