Olivier Massart için organizasyon, koreografi, davet, defile dünyasının tanrısı diyebiliriz. Bir zamanlar yalnızca atölyelerinde ortada doğru dürüst podyum, ışık ve müzik olmadan defile yapan modacıları sokağa ilk o çıkardı.
İlk defilesini 1978’de, bir tiyatro sahnesinde Paco Robanne için düzenledi. John Galliano, Lanvin’den Alber Elbaz, Balenciaga’dan Nicholas Ghesquire, Givenchy’den Ricardo Tisci ve yakın zamanda kaybettiğimiz büyük dahi Alexander McQueen gibi tasarımcılar moda sahnesine çıkarken ellerinden o tuttu. Diğer taraftan dünyanın en önemli davet ve organizasyon şirketi La Mode en Images’ı kurdu. Eyfel’in 100. yılını, Şangay’daki F1 yarışlarını, 1998’deki Dünya Kupası’nın açılışında stadyumda düzenlenen Yves Saint Laurent defilesini, Cartier’nin 2010 koleksiyonu dünya lansmanını o organize etti. İki hafta önce, Paris Moda Haftası’ndaki defilelerin 30’u onun sorumluluğundaydı. Louis Vuitton, Chanel, Valentino, Yves Saint Laurent, Givenchy, Balmain ve Balenciaga gibi moda dünyasının en büyükleri, podyumlarını ondan başkasına emanet etmiyor. Çünkü Olivier Massart bu işin hakkını veriyor. Massart’la söyleşimiz hem YSL hem de Chanel defilesini hazırladığı Grand Palais’de (Büyük Saray) başladı. Defileler için koşuşturan yüzlerce insanın sorularından kaçıp benim sorularıma cevap vermek için gittiğimiz en iyi Japon restoranlarından Hanawa’da devam etti.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
- Çok şanslıydım, çünkü bir çocuğun sahip olacağı en özel büyükbabalara sahiptim. Biri sanatla iç içe yaşayan çok ünlü bir heykeltıraş, diğeri ise Fransız kolonilerinde sömürge valisiydi. Marsilya’ya 50 km. uzaklıkta bir evde büyüdüm. Heykeltıraş olan büyükbabam sayesinde dönemin ünlü sanatçıları ile hatta Picasso ile tanıştım. Sanata olan ilgim ve bakış açım o yıllara ait. Valilik yapan büyükbabam sayesinde de çok egzotik, çok farklı yerler gördüm. O izler benliğime bir bir kazındı. Marsilya’nın doğal güzelliklerinin ruhumu ne kadar beslediğini de unutmamalıyım.
Büyüyünce ne olmak istiyordunuz?
- İki büyükbabamdan gördüklerim yüzünde bir yandan seyahat edip dünyayı dolaşmak bir yandan da sanatla ilgili bir şeyler yapmak istiyordum. Seyahat etmek benim için vazgeçilmez bir tutkuydu ve fotoğrafçılığa başladım. Dünyanın en iyi fotoğrafçılarından olan Avedon ve Stern’den dersler aldım, Ajans GAMA’da çalışmaya başladım. Fotoğrafçılığa başlayıp dünya turuna çıktığımda 18 yaşındaydım. 4 yılında sonunda hemen hemen bütün dünyayı dolaşmıştım.
Peki ne oldu da fotoğrafçılığı bırakıp koreograflığa soyundunuz?
- Paris Match’a yazı dizisi yapmak için dönemin en büyük haute couture modacılarının defilelerini fotoğraflıyordum. O şahane kıyafetler, ne yazık ki hakettikleri kadar güzel sergilenmiyordu, ortam sıradandı ve ışık yetersizdi. Tasarımcılara hem şov hem de ışık hakkında fikirlerimi söyledim. Onlar da bana konuşmak yerine uygula dedi. Böylece tasarımcıları moda evlerinin dışına çıkardım, ilk defa farklı mekanlarda defile organize ettim.
GALLİANO, MCQUEEN GİBİ İSİMLERİ GENÇLİKLERİNDE FARKETTİM
Mesleğinizin dönüm noktası nedir? Hangi başarıdan sonra moda tasarımcıları için vazgeçilmez oldunuz?
- En yeniyi, en farklıyı bulmak yolundaki bitmez tükenmez çabam, sanatçı yönüm ve dünyayı görmem, bugünkü noktaya gelmemdeki en önemli sebepler. Bir başak burcu olarak çok titiz ve prensipli çalışıyorum ayrıca. Her konuda en iyiler ile çalışırım. Sanırım en büyük farkım, çok uzun zamandır moda dünyasında olduğum için genç tasarımcıları herkesten önce farkedebiliyorum. John Galliano, Lanvin için çalışan Alber Elbaz, Balenciaga’dan Nicholas Ghesquire, Givenchy’den Ricardo Tisci ve yakın zamanda kaybettiğimiz büyük dahi Alexander McQueen, gençliklerinde yakaladığım tasarımcılar. Onlar da moda devlerinin başına geçtiklerinde benden vazgeçmiyorlar.
Şu anda kaç marka ile çalışıyorsunuz?
- Toplam 30 markaya hizmet veriyorum. Onların dünya çapındaki hemen her organizasyonlarını ben yapıyorum. Ancak biri giderse diğerini alıyorum.
Koleksiyonları önceden görüyor musunuz?
- Çok uzun yıllardır moda ve organizasyon dünyasının içinde olduğum ve 20 senedir aynı markalarla çalıştığım için, özel işler haricinde koleksiyonu görmeme gerek kalmıyor. Modacılarla bir ön toplantı yapmam yeterli. Onlar bana ruhunu, dokusunu, ilhamını anlatıyor. Bu durum standart defileler için geçerli. Haute couture defileleri gibi çalışmalarda ya da daha özel davetlerde koleksiyonu gördükten sonra, tasarımcı ile çok uzun saatler konuşarak hayallerini anlamaya çalışıyorum.
İKİ SAAT UYKUYLA DEFİLE YAPIYORUM
Paris moda haftasında 30 defile yaptınız. Kaç kişilik bir ekibiniz var?
- Paris Fashion Week boyunca yaklaşık 500 kişi bizimle çalıştı. Çekirdek ekibimiz 20 kişi. Ben çok şanslı bir insanım, ekibimden ayrılanlar bile dünyanın neresinde olursa olsunlar organizasyonun olduğu yere geliyorlar. Örneğin bir asistanım evlenip Kanada’ya yerleşti; her sene iki kez Paris moda haftaları sırasında geliyor, bizle çalışıp evine dönüyor. Onlarsız hiçbir şey yapamam. Onlara öyle bir mikrop aşıladım ki, onlar da kurtulamazlar. Pret a porter çok ciddi bir yorgunluk. 10 gün içinde dünyanın en iyileri için otuza yakın organizasyon yapıyoruz. Nasıl bir kadın anne olunca, en güzel şeyi yarattığı için kaçta yattığını ve yorgunluğunu önemsemezse, bizim için de öyle. Dün gece yarısı, YSL defilesi için tasarımcısı Stefano Pilatti ile buluşmaya gittim. Onlar 2:30’da geldi. 4:30’a kadar yaratım süreci sürdü. İki saat uyuyup defile alanına geldim.
İSTANBUL MACERAM 30 YIL ÖNCE BAŞLADI
İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bütün seyahatlerim boyunca beni en çok etkileyen 2 yer var. Hong Kong ve İstanbul. İstanbul büyüleyici bir şehir, dünyada iki kıtanın içiçe girdiği başka bir nokta yok ve olmayacak. Ayrıca farklı kültürlerin buluşma noktası, Doğu ile Batı’nın birleştiği en egzotik şehir.
İlk ne zaman geldiniz?
- İstanbul’da ilk moda haftasını yapan Nuri Tığlıoğlu ile 1983’de tanıştık. Nuri çok ileri görüşlü biri. Bugün yapılmak istenenlerin ilk temellerini yaklaşık 30 yıl önce atmıştı. Birlikte Paco Rabanne ve Pierre Cardin gibi tasarımcıları Claudia Schiffer ve Naomi Campbell gibi mankenleri Türkiye’ye getirdik. Geçen sonbahar, Cartier’in dünya lansmanının Türkiye’de Sait Halim Paşa’da birlikte yaptık ve seneler sonra tekrar biraraya geldik.
Devam edecek misiniz?
- Evet. Ortaklığımızla bu yıldan itibaren çok özel işlere imza atacak. Üç ana amacımız var; Türkiye’de Türk şirketlerinin yapacağı etkinlikler düzenlemek, Cartier gibi dünyanın en iyi markalarının dünya lansmanlarını burada yapmak ve Türk markalarını dünyada tanıtmak için çok özel projeler hayata geçirmek.
İstanbul yaratıcılığınızı kullanabilmeniz için çok şey vaad ediyor mu?
- Deli misiniz? İstanbul benim hayal şehrim; en çok istediğim, iki yakanın kültürünü birleştirdiğine inandığım Boğaz Köprüsü’nde bir etkinlik yapmak. Boğaz Köprüsü’nü bir günlüğüne bana versinler, tüm dünya İstanbul’u konuşur; bunu garanti ediyorum.
GELECEĞİN MANKENİ KESİNLİKLE CAROLINE
Patrizia, yani eşim eski bir model ve modaevlerinin manken seçimlerini yapıyor. 30 yıldır birlikte çalışıyoruz. O da genç modelleri herkesten önce keşfedip buluyor, son Paris Moda Haftası’ndaki Givenchy defilesinde sadece üç ünlü model vardı ve diğerleri hep yeni isimlerdi. Ancak emin olun altı ay içinde tüm moda dünyası Givenchy defilesine çıkan modelleri konuşuyor olacak. Adriana Lima ve Nathalia Vodianova’yı defilelere ilk öneren Patrizia’dır. Bugünlerde ise Caroline Brasch Nielsen’i ikimiz de çok beğeniyoruz. Geleceğin mankeni kesinlikle o.
EN UNUTULMAZ 5 ORGANİZASYONUM
* Paris’te 1987’de düzenlediğim çok özel bir defile vardı. Podyuma 1000 manken çıkmıştı.
* 1983’de Rio’da, stadyumda 100 bin kişilik bir organizasyon yaptık.
* 1998’deki Dünya Kupası’nın açılışında stadyumda Yves Saint Laurent defilesi yaptık. Şimdi Fransız Cumhurbaşkanının eşi olan Carla Bruni’de o defilede bizim için çalışıp podyuma çıkan bir mankenimizdi.
* Versailles Sarayı’nda Verdi’nin bir operasını hayata geçirdik.
* Eyfel’in 100. Yıl kutlaması tam bir şölendi.